okul dergi matbaa grafik

Aşkı yazmayı seven şairden aşk şiirleri antolojisi

Aşkı yazmayı seven şairden aşk şiirleri antolojisi

Aşkı yazmayı seven şairden aşk şiirleri antolojisi

Aşkı yazmayı seven şairden  Aşk Şiirleri Antolojisi

Ne zaman onun bir şiir kitabını okusam hayatın kalbine koyarım ellerimi. Sayfaları çevirirken şiiri yaşar, şiirle konuşur, şiir gibi düşünürüm. Haydar Ergülen, son kitabı Aşk Şiirleri Antolojisiyle aşkın büyüleyici bahçesinde dolaştırıyor okurunu. Rengarenk, capcanlı bir bahçe. Ergülen’le son kitabı üzerine konuştuk.

 

Kitabın adıyla başlamak istiyorum.  Niçin Aşk Şiirleri Antolojisi?

 

13 yıl önce, mevcut şiir kitaplarımın dışında, varoluşumuza, insan oluşumuza, şiirin sebebine dair dört temanın şiirini yazmayı istedim. Bu bir ihtiyaç olarak belirdi, bir bakıma kendisini oluşturdu: Aşk, çocukluk, ölüm ve yokluk(ya da hiçlik). Doğal olarak çocukluktan başlayan bir sırayla yazmak istedimse de, ölümle başladım. Ölüm biliyorsun, arzuların, duaların aksine hiçbir zaman sıralı gelmez, hep sırasını bozar. Şiirde de öyle oldu ve 1999’da Ölüm Bir Skandal kitabımı yayımladım. 33 bölümden oluşan tek bir şiir. 1993-1996 arası Türkiye’nin siyasi, insani, vicdani, sosyal her bakımdan kör kuyularda, karanlıklarda çırpındığı günlerde doğal ölümün yerini cinayet almıştı. Güneydoğu’da yaşananlar, yargısız infazlar, faili meçhuller, ölüm üçgenleri, Susurluk, kontrgerilla, asker ve genç, Türk ve Kürt, bitmek bilmeyen sonsuz bir savaşın ölüleri. Cinayete karşı ölümü savunan bir kitap oldu. Kazancakis’in İspanya iç Savaşını anlatan ünlü kitabının adı gibi, Viva La Muerte (Yaşasın Ölüm!) dedim adeta. Aşk sırasıyla geldi ama, ikinci olarak aşkı yazdım.

Öyle olmaz bilirsin, ne sırası vardır aşkın ne kararı. Dörtlemenin ikinci kitabı olarak yazıldı Aşk Şiirleri Antolojisi.

 

Nedir hayatınızda aşkın yeri?

 

Aşk üzerine konuşmayı bilmeyen ama aşkı yazmayı seven bir şiir yazarıyım. Neye, nereye baksam aşkı görmek isterim, öyle bir inancım var, aşkla yaşamak, aşkla görmek, aşkla görünmek, aşkla yazmak. Epeyce bakmış olmalıyım ki aşka, kitabı yazarken gözlerimin önüne geldi, içime baktım, sevindirdi beni, gönlüme baktım izin aldım, ben de bunun üzerine elime kalemi aldım: “Aşk deyince kalem elden” düşmüyormuş!

 

 

 

 

Kitapta gerek teknik gerekse konu itibariyle şiire dair her şey var. Antoloji olarak düşündüğünüz için mi böyle oldu, böyle olduğu için mi antoloji oldu?

 

Kitapta lirik, epik, ironik, düzyazı, konuşma, rubai, gazel, nefes, dizeler, ikilikler, dörtlükler, gazete haberleri, eleştirel, kısa, orta, uzun, çok uzun, tenha, kalabalık, bir dalgın bir barışık, yalın, karışık öyle çok şey var ki, umarım o şeyler şiir olmuştur. Bu kadar çok ve farklı şey olunca onun adı da kaçınılmaz olarak ‘antoloji’ oluyor. Doğrusu biraz da öyle küçük bir oyun olsun istedim, oyun da hakikatin bir parçası değil midir?

 

Temmuz 2009’daki bir yazınızda “Memleketin yine her bakımdan ateşle topuna döndüğü şu yakıcı ve boğucu ortamda aşk mevzuuna girip harareti artırmak istemem” demiştiniz. Değişen bir şey yok memleket yine hararetli ama bu sefer aşk şiirleriyle geliyorsunuz?

 

Vallahi iki yıl önce yaşlı değildim ama şimdi yaşlıyım galiba, memleketin ateşinin düşeceği yok bari benim ateşim çıkmasın diye yazmak, hatta yazıp kurtulmak istedim bile diyebilirim. Aşkı yazarsın, zaten şiir biraz da aşk için vardır, ama adı Aşk Şiirleri Antolojisi olan bir kitabı yazmak korkutur insanı. Korkuyu yenmenin en iyi yolu da biliyorsun üstüne gitmektir, ben bir anlamda öyle yaptım. Çünkü daha sırada çocukluk ve yokluk şiirleri var.

 

  Son dönemlerde şiirin, hele hele müteşairlerin yazdığı aşk şiirlerinin (!) ihtiyaçtan ziyade tüketim maddesi olarak kabul gördüğünü düşünüyorum.  Siz ne dersiniz?

 Aşk bir yarış değildir, tam tersine yavaşlık ister, biraz geri kalmayı gerektirir, kimbilir belki de bunlar şu andaki yaşımın cümleleridir, ama yine de gençken de çok hızlı davranan birisi değildim aşk hususunda... Diyeceğim ne aşk hususunda ne şiirini yazmak hususunda o şairlere yetişmeyi de istemem zaten! Asi, serseri, romantik, demek ki yeni moda aşk şiirleri yazmak için bu sıfatları takınmak icap ediyor! Ne diyelim, herkesin aşktan nasibi vardır, kimi yavaşça uzanır ona, kimi biraz daha hızlıca. Ben hem aşk hem de şiir hususunda bir başkasını eleştirmenin doğru olmadığını düşünürüm ve Tanrı selamet versin demekle yetinirim. Çünkü ikisi de insanın kolayca mahcup olabileceği hususlardır ve hepimiz insanız, eksiğiz yani.

 

Kolay anlaşılan mı, anlaşılmayan mı? Çok satan mı? Satmayan mı? İyi şiirin ölçüsü nedir sizce?

 

Cahit Külebi kolay anlaşılan bir şairdir, ama İstanbul, Tokat Yollarında gibi Türk şiirinin en görkemli örneklerini yazmıştır, sesi, müziği, ritmi, tartımı... Ece Ayhan zor anlaşılan bir şairdir, ama onun da tüm yapıtları birer şiir dersidir, her seferinde yeniden anlamlandırılan ve yeni şeyler keşfedilen, şiiri merkeze yerleştirmese de onun her şeyle ilişkisini kuran, tarihle yüzleşen, cesur, sıradışı, uzak gibi ama çok yakın bir şiirdir, onun cesaretle yazdığı şeyleri de yine cesaretle okumak gerekir.

İyi şiir, öncelikle şairinin ihtiyaç duyarak yazdığı şeydir. Hakiki, samimi bir ihtiyacı karşılaması anlamında yazdığı şiirdir. İnsanın yapraktan buluta, rüzgârdan ovaya, onların yalnızca adlarını değil, sıfatlarını değil, kendilerini, onların seslerini, boşluklarını, sessizliklerini, derinliklerini, uzaklıklarını, renklerini, fısıltılarını doğrudan içine kattıkları bir şiir iyi şiir olmalı. Şairinin ‘sahip’ çıkmadığı, ama yalnız da bırakmadığı bir şiir.

 

Şiir mi aşka âşıktır aşk mı şiire; yoksa şair mi ikisine?

 

Bir şiir yazarı olarak şunu söyleyebilirim: Aşk tutkuyla yapılan bir şey, şiir tutkuyla yazılan bir şey. İkisini birbirine bağlayan ‘tutku’, aynı zamanda ikisinden de vazgeçmeyi sağlayacak kadar tehlikeli bir şey. Tutkuda soğukkanlılık yoktur, soğukkanlılık başladığı anda tutku azalır. Bu şuna benziyor, şair ustalaştıkça, ustalığının farkına vardıkça bunu bir gösteriye dönüştürebilir ve bence bu o şiirin çıkmazı olabilir. Oysa tam da ustalaştığı anda, bunu sezdiği anda başka, yeni bir şiiri denemesi gerekir, o acemiliği, o tehlikeyi göze almaksa ancak tutkuyla mümkündür. Aşk ve şiir, yaklaşırken de uzaklaşırken de ‘tutku’ isteyen iki tehlikeli....şey! Benim de şiire ‘tutku’m böyle.

 

Geçmişe gül gönder / Unutma/ Anılar da su ister/ Anılara iyi bak” diyorsunuz. Anılara gözyaşı bırakılır çoğu zaman ya da sitemler.  Gül bırakmak biraz cesaret ister?

 

İnsan bir toplamdır, ama bazen bir fazlalık bazen de bir eksikliktir. Yani insan da bir antolojidir. Tıpkı şiir gibi, hatta tıpkı aşk gibi, insanı da oluşturan en büyük parça anılarıdır, başkalarının anılarıdır. Seyhan Erözçelik buna ‘mazi’ adını veriyor ve ‘Hatıralar Dükkanı’ diyordu. İnsan yakınlarının hatıralarını da kendisine ekler ya da onlara hatıralarından verebilir.

 

Şiirlerinizin hiçbiri tamamlanmamış sanki. ” Ey okur sen devam et kalbinde,” diyen, şiirin bittiği yerde okuru şiire davet eden bir dili var mısralarınızın. Ne dersiniz?

 

Ben şiiri hem bir şiir yazarı hem de bir şiir okuru olarak yazıyorum galiba. O yüzden de hem içimdeki ‘yazar’ hem de içimdeki ‘okur’ ikisi birlikte, karşılıklı söyleşir gibi yazıyorlar. Hal böyle olunca da şiir ‘bitmiyor’. Hem doğrusu şiir bitince de ne yapacağımı bilmediğim için böylesi daha çok işime geliyor, hoşuma gidiyor. Eğer tamamlamak, bitirmek isteyen olursa ona da bir olanak sunuluyor. Sözgelimi bu kitaptaki “Siz Bende...” şiirini tam da bu niyetle yazdım, okura da sonunda ‘kendi şiirinizi yazın, buradan sürdürün’ diye öneride bulundum.