HASAN BASRİ YAZICI (Tekirdağ İl Milli Eğitim Şube Müdürü)


Mutlu bir aile öyküsü


Mutlu olamayacak insanlar, mutlu olmak için her şeyin dört dörtlük olmasını bekleyenlerdir. ( Mahir Pekşen )

  “Kocam akşam olup zili çalmışsa, bu benim için mutluluk saatlerinin başladığı andır. Selam verip içeri girerken elinden aldığım poşetin içinde ne olursa olsun, benim için altın kadar, elmas kadar, yakut kadar değerlidir. Çünkü onu, hayatımı paylaştığım güzel insan getirmiştir.

Biz dar gelirli bir aileyiz. Onun için, getirdiği poşetin içinde ne çok lüks yiyecek ne de lüks giyecek olur. Ama ben ona hep teşekkür ederim. Bir gün bir elmanın yarısını bile getirse, “Niçin bütün değil?” sorusunu sormayacağımı bilir. Ben bilirim ki, benim vefalı kocam, eğer bütün bir elma getirecek güce sahip olsaydı onu bizden esirgemezdi.

Zaman zaman çalışamadığım, aile bütçesine katkıda bulunamadığım için üzüldüğüm olur. Bunu hisseder: “Ev işleri, en ağır işçiliktir. Kim demiş çalışmadığını? Sen çalışıyorsun, hem de herkesten çok çalışıyorsun. Bir annenin en büyük görevi, çocuklarını, eşini mutlu etmektir. Sen bunu çok iyi başarıyorsun. Sen dünyanın en pahalı, en ele geçmez şeyini, mutluluğu üretiyorsun. Bunun için sana ne kadar teşekkür etsem azdır!” diyor sık sık. Benim gözümde kocam bir kahramandır. O, bir fedakârlık abidesi. Sigarasını bile bize daha iyi bir hayat sağlamak için bıraktığını biliyoruz. Bizsiz, herhangi bir yerde balık yemişse akşam, ben ve çocuklarım balık yer. O bizi seyreder. O, bizi çok sever, biz de onu...

Komşularım, “Keşke kolunda birkaç bilezik, gerdanında şöyle pahalısından bir gerdanlık olsa!” derler, beni sevdiklerinden, öyle görmek istediklerinden... Yüreğine kocasının sevgisini koyanlar için, bilekteki ve gerdandaki sarı metallerin bir önemi yoktur. Benim hiç tatil yapmadığımdan, deniz kenarlarına gidemediğimden ya da yaylalara çıkamadığımdan bahsederek adıma üzülen arkadaşlarım, akrabalarım, dostlarım olur... Onlara güler geçerim... Benim oğlumun gözleri mavi, hiçbir deniz, hiçbir okyanus o kadar sonsuz değil. Hiçbir deniz kenarı oğlumun mavi gözlerinde serinlendiğim kadar beni mutlu edemez...

Benim kızımın saçları sarı. Her gün beline kadar uzanan o altın saçları taramak, örmek, benim için zevklerin en güzeli. Ben sarı saçları örüp demet yaptığım zaman, uçsuz bucaksız ekin tarlalarında tabiatın sonsuz güzelliğini soluyorum...

Bizim, dar gelirliliğimiz, hayat okulunda, herkese nasip olmayan becerileri bize öğretti. Ben ve eşim, yemediğimiz ve giymediğimiz şeylerin mutluluğunu yaşamayı öğrendik hayattan. Yaşanması kolay ama anlatılması zor şeyi, ailemizin farklı yaşam tarzından alınacak dersler vardır….

Biz, çikolata gibi, muz gibi pahalı yiyecekleri yemeyiz. Çocuklarımız yer, biz seyrederiz... Yemediğimiz, ancak çocuklarımızın yediği bu şeyler bizi o kadar mutlu eder ki! Benim ve kocamın, bir kışlık, bir yazlık olmak üzere pek de yeni olmayan iki çift ayakkabımız var... Ama çocuklarımızın yeni bir yazlık, bir kışlık, bir de dört mevsim giyecekleri ayakkabısı var. Bu az mutluluk mudur?

 

Siz, buna palto, etek, pantolon da gömlek de ekleyebilirsiniz. İşte bizim ailemiz... Yemediğiyle mutlu, giymediğiyle mutlu olmayı bilen bir sistemin adıdır.” (Pekşen, s. 111-112). Bu aileyi mutluluğa götüren formül; eşlerin mantıklı düşünmesi, ortak noktalarda birleşmesi, yemediğiyle ve giymediğiyle mutlu yaşamayı bilmesidir. Uyumlu iki yürek, birbirinin ruh eşi, bir bütünün iki parçası olan aileler, başarıyı ve mutluluğu kolayca yakalıyor. Kadının mutlu ettiği erkek, iş hayatında olduğu gibi sosyal hayatta da başarılı oluyor. Bir kadının eşini mutlu etmesi için çok şey gerekmiyor. Güzel birkaç söz, biraz ilgi ve eşinin beğenilerini takip ederek onları yerine getirmesi yeterlidir. Kadınlar kocalarının neleri sevip sevmediklerini, neleri konuşmaktan hoşlandıklarını ve hangi yemekleri sevdiklerini düşünmeleri büyük ölçüde sorunları çözecektir. Şimdi de hayatın temeli olan cinsel uyum ve mutluluğu nasıl öğrendiğimizi incelemeye çalışalım.